Akreple yelkovan arasında akıp gidiyor zaman. Modern hayatın en büyük problemlerinden biri de zamanın bereketsizliğidir. Ömrümüzü ve zamanımızı bereket kavramıyla değil de kafayı iyice bozduğumuz şu azlık çokluk ölçüleriyle değerlendirmeye tabi tuttuğumuzdan beridir zamana yetişemez olmuşuz. Teknolojinin bütün imkânlarını hizmetimize sunduğumuz, adına da hız çağı dediğimiz halde ‘zaman’ ile sorunumuz katlanarak devam etmiştir. Hastalığın tedavisine yönelik yeni yeni çalışmalarımız da olmamış değil. İş adamlarımızdan çalışanlarımıza, öğretmenlerimizden öğrencilerimize ve ev hanımlarımıza kadar onlarca ‘zaman yönetimi’ programları tertip edilmiş, bir o kadar da kitap yazılmış, yine de zamanın dörtnala kaçışının önüne geçilememiştir.
Bunca çabaya rağmen soruna bir hal çaresi bulunamamışsa demek ki, teşhiste bir hata ile karşı karşıyayız demektir. Geriye dönüp baktığımızda tarihe yön veren, yüzyıllar öncesinden bu günlere ve geleceğe ışık tutan, on binlerce sayfalık eserleri insanlığın hizmetine sunan âbide insanların ömürleri rakamsal olarak kısa olmuştur. Teknolojik imkân olarak da bir karşılaştırma yapmayı uygun bulmuyorum zaten. Pekiyi zaman aynı zaman değil mi? Dünya aynı hızla dönmüyor mu? Hayatı kolaylaştırmak adına bunca icatlarımız hizmetimize sunulduğu halde neden kendimize, ailemize, zamanın sahibine ayıracak vaktimiz olmuyor. Zamanımız hep bir koşuşturmayla, sürekli bir acelecilik içinde geçmesine rağmen hiçbir şeye, hiçbir yere yetişemiyoruz. Her işimiz için zaman planlaması yapıyoruz ama hiçbirine yeterli zamanı ayıramadığımızdan hiçbir işimizden de gerekli verimi alamıyoruz.
Zamanımızı çoğaltmak, vakitlerimize vakit katıp ömrümüze daha çok şey sığdırmak adına göstermiş olduğumuz gayretler ne zamanımızı ne de mutluluğumuzu artırıyor. Yediğimiz hazır gıdalar gibi her ihtiyacımız hazır paketler halinde sunuluyor bizlere. Hikmetine uygun olmayan paket sağlık programları, paket bayram programları, paket düğün programları, paket tatil programları vs. Şimdilerde paket cenaze programları varmış; sizin adınıza cenazeye iştirak ediyor, sizin adınıza taziyede bulunuyor, sizin adınıza hüzünleniyor; ağlıyor. Düğünlere sizin adınıza katılıyor, sizin adınıza tebrik ediyor hediye takıyor ve sizin adınıza eğleniyor. Bekliyoruz bizim adımıza hasta olan ve bizim adımıza ölen paket programlar da olacak mı? Bu bizim yerimize ibadet etmeye doğru gidiyor. Cenazeye katılmak bir ibadet, bunu bir başkasına ihale ettiğinizde yerinize başkasını ibadet ettirmiş oluyorsunuz.
Esas sorunumuz, vakti idrak etme sorunudur. Düşünmek, idrak etmek, muhakeme etmek, zamanın farkına varmak zamanı bereketlendirir. Bu yüzdendir ki; kitabımız ısrarla ikaz eder bizi, düşünmeye davet eder. Düşünülmeden, idrak edilmeden, farkına varılmadan, alışılagelmiş olarak yapılan hiçbir fiilin kıymeti harbiyesi yoktur. Düşünmektir, idraktir, farkında olmaktır, niyetlerimiz ve iç okumalarımızdır fiillerimizi ibadet kılan. Budur eşrefi mahlûkat yapan insanı. Ancak düşünmeye, muhakeme etmeye fırsat bırakmayacak şekilde doldurulmuş tüm vakitlerimiz.
Vakti; “o vakit içerisinde yapılması en zaruri fiil” olarak tanımlamıştı bir zâhid. Bu önemli bir izah. O vakit içerisinde neyi yapmakla emrolunmuşsak onu hikmetine uygun olarak yapmaktır görevimiz. Bizim esas kaybettiğimiz bakış açısı bu.
Güneş bizim için sadece aydınlatan ve ısıtan tabiat olayı haline gelmiş. Dünya boşuna dönüyor sanki. Çünkü ona aldırış etmiyoruz. Biz kolumuzdaki saatlere ve cep telefonlarımıza göre yaşıyoruz hayatı. Geceyi, gündüzü ve mevsimleri karıştırmışız birbirine, hiçbirini yerli yerinde yaşamıyoruz. Ev dışındaki hayatımızı da, evdeki o kısacık hayatımızı da biz planlamıyoruz. Birileri bizim adımıza, bizim zamanımızı, böylece de hayatımızı kendi değerleri çerçevesinde planlayıp bize sunuyor, biz de onu yaşıyoruz ve bu bizim hayatımız diyoruz.
Turgut Akça
(Dünya Bizim sitesinden alıntılanmıştır.)