ASR ÜZERİNDE DEĞERLENDİRMELER: ASRI İKİNDİ VAKTİNE SIĞDIRMAK

EKREM DEMİRLİ

 

Ömrün delim bir oktur, yay içinde dopdolu,

Dolmuş oka ne durmak, ha sen onu attın tut.

Çün denize gark oldun boğazına geldi su,

Teli gibi talpınma, ey biçare battın tut.

Yunus Emre

 

Hayat, yeni fakirlik hâllerimizi keşfettiğimiz bir yolculuktur.

 

Cihan-ara cihan içredirler arayı bilmezler / Ol mahiler ki derya içredir deryayı bilmezler" deyimi en çok insanın zaman ile ilişkisi hakkında düşünürken doğrulanır: Zamanı ve onun farklı dilimlerini hesaba katmadan cümle kuramaz iken bizzat zamanın ne olduğu sorusuna bir cevap bulamayız. Bir şeyi düşünürken veya bir şeyden söz ederken zihnimiz onu zaman kalıbına yerleştirir, zamana göre onu kendimize yakın veya uzak addederiz; her şeyden önce "ne zaman?" sorusu ile merkezinde kendimizin yaşadığı varlıkta bir nizam oluştururuz. İnsan dil içinde düşündüğü kadar dili zamanda doğar, gelişir. Dil düşüncemizin yurdu ise zaman bizi ve dilimizi barındıran geniş bir yurt olarak kuşatır bizi.

Kuran-ı Kerim'de zaman, şaşırtıcı bir üslupla ele alınır: Ayet-i kerimelerde zaman sanki idrak sahibi akıllı bir şahıs gibi şahitlik eder, zamanın farklı kesitlerine yeminler edilir. Ayetler ışığında zamanı düşününce, zamandan konuşmak "hareketin ölçüsü" sayılan belli-belirsiz bir şeyden söz etmek değil, açık ve seçik bir hakikatten söz etmektir. İnsan zaman dilimleri içinde vazifesini ifa ederken soyut zaman ile ilişkisini kurar. Hilallerden söz eden ayet-i kerimede "onlar vakit ölçüleridir" denilince, zamanla ilişkimiz teorik çerçeveden pratik ve vazife odaklı alana doğru kayar. Anlarız ki zamanın mahiyetini idrak etmemiz mümkün olmayacak; öyleyse zaman içinde görevimizi belirleyen "vakitlere" dikkatimizi vererek zamanda hüsrana düşmekten ve boğulmaktan kurtuluş çaresi bulalım. Zamanın “vakitler” şeklinde bölünmesi, içeriden ve dışarıdan bizi çevreleyen bir meçhul ile ilişki kurmanın yegâne yolunu göstermek demektir: Zaman ile ancak vazifelerin belirlendiği vakitleri imar ederek irtibat kurabiliriz. Bu itibarla seneler, aylar günler, gün içindeki farklı zaman kesitleri bizim şahitlerimiz olan zikredilir çıkar ve onların taşıdığı yüksek anlamlara yemin edilir. Bu vakitlerde taşınan yüksek manalar bize ulaşabileceği gibi biz olmadan da Allah'tan âleme ulaşır; insan "vakitler” vasıtasıyla zamanın taşıdığı bu berekete dâhil olur.

Asır/ikindi vakti: Kıyamete doğru son asrın insanları

Sureler arasında iki sure bize insan hakkında söylenebilecek her şeyi anlatır: Bunlar güneşin gökyüzünde belli bir dereceye yükseldiği anı gösteren Duha (kuşluk) ile güneşin batmaya yöneldiği Asr (ikindi) sureleridir. Duha, vahyin kesintiye uğradığı bir süreçte Hz. Peygamber'i tebşir için gelmişti. O süre içinde Hz. Peygamber daha sonra tasavvuf hayatın en verimli kavram çiftlerinden birisi hâline gelecek kabz-bast, yani manevi bir daralma ve içe çekilme ile daralmanın bereketli bir evreye evrildiği bast hâlini idrak ediyordu. Birkaç vahyin ardından kesilen vahiyler karşısında ne olduğunu bilemeyen Hz. Peygamber'in tereddütleri artmış, içe kapanma, daralma ve kabz hâline girmişti: Allah bu sürecin ardından onu iç dünyasından dışa döndürmek üzere sureyi göndermiş, hayatının çeşitli evrelerini ona hatırlatarak geleceği hakkındaki müjdelerini bildirmişti. Bu yönüyle sure Hz. Peygamber'e hitap eden bir dil kullansa bile her insan kendi nasibini bulur onda. Bu sayede insan evrendeki yalnızlığı kadar yoksulluğu ve yol-hakikat bilmezliğini fark ederken Allah-insan irtibatı bu zemin üzerinden tesis edilir: İnsanın dermansız acizliği ile Allah'ın mutlak zenginliği ve kudreti arasındaki irtibattır bu.

Allah; "Kuşluk vaktine yemin olsun ki, Rabbin seni yalnız bırakmadı, sana gücenmedi"  dediğinde, en büyük sorunumuz olan yalnızlık ile küs(ül)mek/darılmak neticesinde içe kapanmak hikâyemizi hatırlarız. Bazen öyle olur ki sanki bütün dünya bize küsmüş, anlamamış, değerimizi takdir edememiş, biz de umudu kesmiş bir halde içimize kapanmakla ona mukabele ederiz.  Allah; "Rabbin sana küsmedi" dediğinde, hüküm hepimizi içerir: Herkes içinde hapsolduğu kabz halinden uyanarak bast hâlinin sebebi olacak bir umuda kavuşur. Allah "seni yetim buldu"  dediğinde, kendimizi yetim, Hz Peygamber'i ise "dürretü'l-yetim  (yetimin başka anlamı benzersiz, tek demektir)” yani benzersiz inci sayarak bireyselliğimizi ve yalnızlığımızı idrak ederiz. Allah "fakir” dediğinde Hz. Peygamber "Fakirliğim iftiharımdır" diyerek evrensel insanlık durumumuzu bize gösterdi. İnsan asıldaki yoksulluğa ve yalnızlığına hiçbir zaman çare bulamayacak, her daim yoksul ve muhtaç kalacaktır. Hayat ihtiyaçlarımızın sürekli değiştiği ve yeni fakirlik hâllerimizi keşfettiğimiz bir yolculuktan başka nedir ki?

Duha suresinde Hz. Peygamber üzerinden insana yapılan hitap Asr suresinde doğrudan ona yönelir: Bazı âlimler Asr suresini Kuran-ı Kerim'in hülasası sayar. Başka bir anlatımla öteki sureleri bu sureye derç edilen anlamın tefsiri şeklinde okumak mümkün.

Asır iki anlama gelir: Birinci an lamıyla asır çağ veya uzun süre dilimi demektir. Bir asırdan söz etmek insan ömrünü kuşatacak geniş zaman diliminden söz etmek demektir. İnsan ömrü normal şartlarda asra yakın bir süredir. Ömrün nispeten daha kısa olduğu zamanlarda mesele böyle anlaşılmamış olabilir: nitekim Hz. Peygamber; "Ümmetimin ömrü altmış ile yetmiş senedir" diyerek bunu beyan eder. Bununla birlikte ölümümüzün ardından muhtemel izlerimizi ve bizden sonra yaşayacak hatıraları hesaba katarsak her birimiz asırlık bir ömür yaşarız. Bizi tanıyan son insanın yeryüzünden intikaliyle birlikte ise sanki hiç gelmemiş gibi oluruz. Bu itibarla asır -yüz yıl- geniş bir zaman diliminde yaşadığımız ömrü anlatır. Müslümanlar zamanı zamandakinden bağımsız ve mekânı da mekândakinden bağımsız düşünmeye aşina değillerdir. Bu nedenle asır üzerinde konuşmak "asrı paylaşan insanlar" hakkında konuşmak anlamına gelir. Bu durumda Asr suresi bir zaman diliminde yeryüzünün sakini olan insanlara atıf yaparak zaman üzerinden tekrar insana döner. Bu anlamıyla asır aynı zaman diliminde yaşayanların müşterek ömrü sayılabilir. Kelimenin bu birinci anlamında zaman olabildiğince uzun gelir bize.

Ölümü ve umudu bir arada idrak etmek

Kelimenin ikinci anlamı ise zaman genişliğini daraltarak ikinci bir anlama dikkatimizi çeker: ikindi vakti! Asır bizim için olabildiğince geniş zaman dilimiyken ikindi günün en dar ve telaşlı vakitlerinden biridir. İnsan sanki hiç bitmeyecekmiş hissiyle bu asrı yaşarken ikindi onun ufkunu daraltarak ana çeker. Bu yönüyle asr kelimesinin ikili anlamı bizim zihnimizin hayal ile gerçekçilik arasındaki gidip gelişini izah eder. İkindi Ay takviminde günün bitim vaktidir. Bilindiği üzere Ay takviminde gün geceden başlar -bunun sembolik anlamları çok önemlidir- ve gecenin karanlığından doğan sabah aydınlığıyla devam eder, Sonra gün kuşluk vaktine, oradan öğlene, nihayette de ikindiye ulaşır. İkindiye ulaşan güneş öğlendeki gücünü ve aydınlığını yitirmeye başlamış, tedricen batmaya dönmüş bir güneştir. Bu durumda ikindi vaktinde biz bir önceki günün muhasebesi ile yeni güne hazırlanmayı konuşabiliriz. Bizim için asrın anlamı budur: Binlerce ikindinin teşkil ettiği asrı yaşarken ölümü ve umudu bir arada idrak etmektir asrın anlamı. Asırdaki genişlik ve umut ikindi anlamında daralarak insanın yeryüzündeki trajik durumunu gösterir. Bir asır yaşamak ile bir günün ikindi vaktinden sonrasını yaşamak arasındaki paradoks girdaba düşürür bizi ve ömrü ikili duygu ile idrak ederiz: İçimizde sonsuzluğa bakan asır ile geniş zamanın büyük takvim içindeki yerimizi anlatan "ikindi vakti" hevesimizi kursağımızda bırakır.

İslam ümmeti "ikindi ümmeti" sayılır. Bunun sebebi dünyanın sonuna yakın bir vakitte gelmiş olmasıdır. İkindi ümmeti olmak dünyanın ömrünü tamamlamaya yakın olduğu bilgisiyle ömrü idame ettirmek demektir. Bu itibarla sadece İslam ümmeti değil, gerçekte tüm insanlar yeryüzünün geniş takviminde "ikindi vaktinde" dünyanın misafiri olmuşlardır. "İkindi" insanın yeryüzündeki yolculuğunun başlama noktası olduğu kadar aynı zamanda bu yolculuğun kısalığını anlatan bir tabirdir. İnsan fani dünyanın son kertesinde dünyaya gelmiş, tükenmeye yüz tutmuş yaşlı-köhne dünya ile birlikte başka bir varlık mecrasına doğru intikal etmektedir. Bir günün son kısmı ile -ikindi-  dünyanın son evresi arasındaki benzerlik bize faniliği ve geçiciliği talim ederken aynı zamanda bizi tedbire icbar eder.

İkindi vaktinin çocuklarıyız

İnsanın yeryüzündeki bulunuşu iki şekilde ele alınabilir: Birincisi insanın “hakikat itibariyle var olması” diye bir tabir edebileceğimiz alemin varlık sebebi ve maksadı olmasını beyan eden düşüncelerdir. İnsan alemin maksadıdır demek, Allah’ın alemi yaratmasındaki muradı insanın var olmasıyla tamamlanacak demektir. Bu nedenle –ikindi vakti günün muhasebe ve hasılatı toplama zamanı olması gibi- insanın gelişiyle birlikte âlemin muhasebesi yapılır, defter kapatılır, "Bütün bunlar neden oldu?" sorusunun cevabı bulunur. Bu yönüyle ikindi vakti bilginin, marifetin ve idrakin açıldığı olgunluk dönemine dönerek günün en bereketli kısmı olur. Varlığın manası insan ile ortaya çıktı ve insanda dile geldi. Buna mukabil insan âlemde en son ortaya çıkan varlıktır. İnsanın yeryüzünde ortaya çıkmasıyla birlikte ecelin adı kondu: Dünya sona doğru hızla giderken hali hazırda "ikindi vakti"ni yaşamaktadır. Biz insanlar ikindi vaktinin çocuklarıyız; yaşlı genç hepimiz ikindi vaktinin çocuğuyuz ve bundan daha gerçek meselemiz yoktur.

İkindi vaktinin ümmeti olmak ölüm ve kıyamet bilinci kazandırır insana. İçimizde ne kadar sonsuzluk arzusu taşısak bile, güneşin battı-batacak olması korku ve tedirginlik duygusunu verir. İnsanın kim olduğu sorusuna verebileceğimiz cevaplardan birisi bu sonsuz umut ve temenniler ile birlikte ölüm korkusunun bir arada eşlik ettiği varlık olmasıdır. Asr kelimesinin ikili anlamı bize bunu anlatır: Bir asrı ikindi vaktini yaşar gibi yaşamak.

 

Kaynak: Lacivert Dergi’sinin Nisan 2019 sayısından alıntılanmıştır.

25 Şa'bân 1440 Salı

Arama

Miladi'den Hicri'ye

Hicri'den Miladi'ye