Cumanız mübarek olsun!

Bu cuma, diğer cumalardan farklı bir cuma, hicrî yeni bir yıl başladı, bu yeni yılın birinci gününde bulunuyoruz.

O hâlde sizin hem cumanızı tebrik ederim hem de 1418 hicrî yılınızı kutlarım, yeni yılınız hayırlı ve mübarek olsun, feyizlerle dolsun. Allahu Teâlâ hazretleri bu 1418 hicrî yılını bütün âlem-i İslâm ve bütün müslümanlar için hayırlı, mübarek ve müteyemmen eylesin. Şerleri def eylesin, hayırları fetheylesin. Lütfuna mazhar eylesin, müşkülatları halleylesin, müşküllerin hallini âsân eylesin. Derdi olan kardeşlerimizi dertlerinden kurtarsın, borçlu olan kardeşlerimizin borçlarını eda etmelerini nasip eylesin.

Bizim ülkemizde iki hatta üç takvim var. Bu takvimlerden birisi asırlardır âlem-i İslâm'da kullanılan kamerî takvimdir, onun 1418'inci senesine girmiş bulunuyoruz. Diğeri şemsî takvim, şu anda kullandığımız, Batı'dan uyarlanmış olan takvim oluyor. O, Hz. İsa ile ilgili olduğu için milâdî takvim diye adlandırılıyor. Fakat bizim bütün dînî çalışmalarımız, ibadetlerimiz hicrî-kamerî takvime göre düzenlenmiştir.

Ramazan ayı çok mühim bir ibadet ayıdır ve hicrî-kamerî takvimle ilgilidir, miladî takvimde onu yerleştirmek mümkün olmuyor. Ayrıca hac ayı son derece önemli; mühim bir gün olan arefe günü, o da Arafat'a hacıların çıktığı zamanki gün ki o zamandan bir gün önce veya bir gün sonra, başka bir zamanda çıksalar olmaz. Hicrî takvim cihan durdukça, müslümanlar yaşadıkça yaşayacaktır, hayırlı ve mübarek olsun.

Bu hicrî takvimin biraz açıklamasını yapmak istiyorum: Araplar hicrî-kamerî ayları, Muharrem, Safer, Rebîülevvel, Rebîülâhir, Cumadelûlâ, Cumadelâhire, Receb, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkâde, Zilhicce diye isimlendirmişlerdir. Birinci ay Muharrem, son ay, 12. ay Zilhicce'dir. Hz. İbrahim aleyhisselam oğlu İsmail'i getirip de Hacer validemizle birlikte, şimdi Mekke-i Mükerreme'nin olduğu ama o zaman boş bir saha olan, ekin bitmez, taşlık, kumluk bir vadi olan yere iskân ettiği zamandan beri bu kamerî takvimin ayları kullanılmıştır. Sonra cahiliye devrinde bu ayların kullanılmasında bir takım tehirler, geciktirmeler, öne almalar ve seneyi 12 ay değil de 13 ay yapmak gibi keyfî uygulamalar olmuştur. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Veda Haccı'nda bu hususa temas ederek, nesi' denilen aylarla oynamanın, onların zamanını değiştirmenin, öne arkaya almanın doğru olmadığını beyan buyurmuştur. Bu konuda âyet de vardır. Ayların 12 olduğunu, 12 ayın bir sene teşkil ettiğini âyet-i kerîme de beyan ediyor:

Bismillâhirrahmânirrahîm. İnne iddete'ş-şühûri indallâhi isnâ aşere şehren fî kitâbillâhi yevme haleka's-semâvâti ve'l-arda minhâ erbe'atün hurumun.

Âyet-i kerîmede geçtiği için şer'î bakımdan büyük bir açıklıkla, kesinlikle ifade edilmiş olduğuna göre 12 ay bir senedir ve senenin dört ayı haram aylardır; çok mübarek, muhterem ve hürmetine riayet edilmesi gereken aylardır. Bu dört haram ayın üç tanesi peş peşedir: Zilkâde, Zilhicce ve Muharrem. Eski senenin son iki ayı ve yeni başlayan senenin birinci ayı. Bu aylar hac aylarıdır, hac mevsimidir. Bu aylarda ceng ü cidâl, kavga, yol kesme vesaire gibi şeylerden Araplar son derece sakınırlardı, yapmazlardı. Aralarında kan davası olsa, husumet olsa bile hasmını görmezlikten gelirlerdi. Bu dört haram aydan bir tanesi Receb ayıdır. Ramazan ayından iki önceki aydır. Mübarek üç ayların -Receb, Şaban, Ramazan- ilkidir.

Şimdi haccın yapıldığı Zilhicce ayı bitti ve yeni yılın Muharrem ayı başlamış oldu. Yeni yılı bütün âlem-i İslâm'a, müslümanlara kutlu, mutlu olsun diye temenni ediyoruz.

Bunun nasıl kararlaştırıldığı hakkında da tarihî bilgi verelim: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in zamanında o yörede kullanılan belli bir tarihleme yoktu. Belirli mühim olayları zikrederek, "Ondan şu kadar önce, bundan şu kadar sonra" diye anlatırlardı. Mesela Fil olayı bir mühim olaydı; işte Ebrehe ordusuyla Kâbe'yi yıkmak için Arafat'a kadar, Müzdelife'ye kadar içinde fil olan ordusuyla geldi. Fakat ebabil kuşlarının onların üzerine attıkları taşlarla, ordu münhezim ve perişan oldu. Bu çok mühim bir olay. Kur'ân-ı Kerîm'de;

E lem tera keyfe fe'ale rabbüke bi-ashâbi'l-fîl.

diye başlayan âyetlerle vukuu anlatılan, Araplarca mâruf, meşhur, çok olağanüstü bir olay. Büyük bir ordu Mekke'nin yakınına kadar geliyor fakat Mekkeliler çarpışmadan, bir takım mânevî musibetlerle münhezim ve perişan olarak, yenik ekin taneleri gibi bitik olarak dönüp gidiyorlar.

Bu Fil olayı diye geçer. Onun için Araplar'ın bir olayı anlatacakları zaman, "Fil yılında oldu. Fil yılından iki sene önce oldu. Üç sene sonra oldu." gibi isimlendirmeleri vardı.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in zamanında da buna benzer isimlendirmelere rastlıyoruz. Müslümanlar, Kureyş kendilerine çok zulmedince Peygamber Efendimiz'den izin istediler, hicret etmeye izin çıktı, ona senetü'l-izn dediler. Böyle bir isimlendirme. Sonra mühim vefat hadiselerinin olduğu seneye senetü'l-hüzn dediler. Müşriklerle savaşa izin çıktığı zaman, "Onlar size nasıl saldırıyorsa, nasıl sizinle savaşıyorlarsa siz de karşılık verin, çarpışın!" diye savaşmaya, savunmaya müsaade olunan yıla da senetü'l-kıtal denildi.

Peygamber Efendimiz'in hayatında mühim olaylarla bunları anlatmak kolay oldu. Fakat Peygamber Efendimiz'in vefatından sonra bu işte bazı sıkıntılar başladı. Bir olayın vukuunu nasıl anlatacaklar? Hz. Ömer radıyallahu anh'ın halifeliği zamanında, hicretten 17 yıl geçtiği sırada, Hz. Ömer'in Yemen'e hâkim ve kadı olarak gönderdiği Ebû Musa el-Eş'ârî radıyallahu anh, halifeye bir resmî yazı göndermiş; "Şaban ayı" diye bir tarih atmış ama ay ismi var fakat gerisi yok. Mektup Yemen'den halife Ömer'in eline ulaştığı zaman: "Acaba hangi Şaban, şu yakındaki Şaban mı yoksa daha önceki Şaban mı?" diye tereddüt hâsıl olmuş. Bunun üzerine ashabdan bazı kimseler ve sevgili büyüğümüz Hz. Ali Efendimiz radıyallahu anh;

"Bu olaylar gittikçe karışabilir, bir tarihleme yapmamız lazım, bu husustaki karışmaları engellememiz gerekiyor." diye tedbir önermişler, ihtar etmişler, teklif etmişler halifeye.

Onun üzerine çeşitli ihtimaller düşünülmüş: "Acaba Rumlar'ın takvimini mi kullanalım, Fürsler'in yani İranlılar'ın takvimini mi kullanalım?" diye. Fakat onlar güneş takvimi olduğu için güneş takvimini çöldeki insanlar hangi alâmetle bilecekler? Onu tespit etmek ve uygulamak zor olduğundan yine an'anevî, ayın durumuna göre olan takvim üzerinde karar kılınmış.

Ay, dünyanın etrafında döner. Bu dönmesi itibarî olarak 29 buçuk gündür. Bu buçuk bazen aya eklenir 30 gün olur, bazen ötekisinden alınmış, eklenmiş olduğu için bazı aylar 29 gün olur. Ama bunun uygulaması o devrin şartları altında çok kolaydı. Hesap yapılamadığı, haberleşme zor olduğu için bunun hesaplanması gayet kolaydı. Ay 29 günlük devri esnasında dönerken bir noktaya gelir ki güneşe yaklaşır, güneşle aynı hizaya gelir. Güneşle olan hizası aynı olunca, ictimâ' hâli deniliyor. İctimâ' hâlinden sonra, Batı ufkunda güneş battıktan sonra görülen ilk hilâl, yeni ayın başlangıcıdır diye herkesin gördüğü bariz bir işaret olmuştur.

Onun için yeni hilâl, Farsça tabiriyle nev-hilâl yeni bir ayın başlangıcıdır. Böylece "Ramazan, Şevval ne zaman giriyor, bayram ne zaman yapmak lazım, hac ayı Zilhicce ne zaman başladı, Muharrem ne zaman başladı?" gibi soruların cevabı, görsel olarak Batı ufkuna bakıldığı zaman, hilâl görününce anlaşılıyor. Yeni hilâl doğduğu, göründüğü zaman yeni bir ay başlamış oluyor. Efendimiz bunu kendi hayatında da uygulamış, yeni hilâli gördüğü zaman el açmış, dua eylemiş. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in; "Ya Rabbi bu ayı bizim için bir hilâl-i rüşd ve bereket eyle! Bu ay hakkımızda hayırlı olsun." diye duaları var.

Uygulaması çok kolay, çok sade, herkes tarafından anlaşılabilir olan ve tarihî, an'anevî olan takvimi seçmişler. Hz. Ömer zamanında böylece takvim meselesi üzerine bir kararlaştırma olmuş. Fakat başlangıcı ne zaman olarak alacaklar, bunu düşünmüşler.

Kamerî takvimi kullanacaklar, hilâl esasına göre ayları hesaplayacaklar ama bu yıllamanın, yılların rakamlandırılmasının, sıralandırılmasının başlangıcı ne olacak?

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in doğumunu düşünmüşler fakat doğumunda çeşitli rivayetler olmuş: "Rebîülevvel'in on ikisi miydi, sekizi miydi?" diye çeşitli rivayetler olduğu için onda karar kılmamışlar. Vefatı belli, hepsi tarafından biliniyor ama vefat da bizler için bir hüzünlü olay, bir ayrılık, bir firak olduğu için onu da seçmeyi uygun görmemişler. İslâm'ın izzet şevket ve satvetinde çok önemli bir olay, dönüm noktası olan hicreti seçmişler.

Çünkü hicrete kadar müslümanlar Mekke-i Mükerreme'de işkence, baskı, abluka altında, iktisadî bakımdan ezilen, horlanan, işkence gören bir toplum idi. Onun için Mekke'yi terk etmek zorunda kalmışlardı, izin öyle çıkmıştı. Ama hicret ettikten sonra Medineliler:

"Yâ Resûlallah! Bize gelin, biz sizi bağrımıza basarız, kendimizi koruduğumuz gibi korururuz, mallarımızı canlarımızı koruduğumuz gibi size riayet ederiz." diye Medine'ye davet ettikten sonra Peygamber Efendimiz Medine'ye hicret edince İslâm'ın hâli, şânı değişti. Makûs olan durum güzel hâle döndü ve müslümanlar orada rahat yaşamaya başladılar. Sonunda da kendilerine zulmeden müşrikleri yenerek şirki, küfrü Arap diyarından sürdüler, İslâm hâkim oldu.

İslâm'ın hâkimiyetinin, galibiyetinin başlangıç noktası Peygamber Efendimiz'in hicreti olduğu için bunu seçtiler Hz. Ömer zamanında ashâb-ı kirâm ve bu işi düşünen mübarek insanlar, rıdvanullahu aleyhim ecmaîn. Böylece Peygamber Efendimiz'in Mekke-i Mükerreme'den Medîne-i Münevvere'ye hicreti sıfır, başlangıç olarak kabul edildi: "Hicretten önce, hicretten sonra." diye yıllar isimlendirilmeye başlandı.

Yalnız hangi ay seçilecekti?

An'anevî olan, İbrahim aleyhisselam'dan beri senenin başlangıcı Muharrem ayıydı. Fakat Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Safer ayının sonunda Mekke-i Mükerreme'den çıkıp Ebû Bekr-i Sıddîk Efendimiz'le Medine-i Münevvere'ye harekete geçmişti ve önce Kuba köyüne gelmişti. Orada üç gün kaldıktın sonra, 13 Rebîülevvel'de Medîne-i Münevvere'ye dâhil olmuştu. Hicret Safer'de başladı, Rebîülevvel'in ortasına kadar devam etti. Bu günler Muharrem, Safer ve Safer'in ortası; arada bir zaman farkı var, bu zamanı nasıl yapalım diye düşündüler. Araplar'ın an'anevî yılbaşına dayamayı uygun gördüler ve geriye doğru giderek hicretin olduğu senenin Muharrem'ini esas aldılar. Daha Peygamber Efendimiz Mekke'deyken olan Muharrem ayı, yeni hicrî takvimin başlangıcı oldu. Ondan sonra, "Hicretin birinci, ikinci, üçüncü yılı…" diye devam etti.

Demek ki böylece, Hz. Ömer zamanında kararlaştırılmış olan hicrî takvimlemenin üzerinden 1418 yıl geçmiş oluyor ve biz 1418 hicrî yılına başlamış oluyoruz. Böylece bir İslâmî, içtimaî olayı, oluşu, kararı size anlatmış oldum.

Bizim konuşmamız bir taraftan yeni yılı tebriktir, bir sevinç vesilesidir. Tebrikleşme güzel bir olay. Bir taraftan da işin dînî yönünü daima size hatırlatıyoruz, ibadetleri önceden ihtar ediyoruz, hazırlanın diye.

Dînî yönden Muharrem ayı önemli bir aydır.

Neden önemlidir?

Dört muhterem aydan, haram aylardan bir tanesi olduğu için önemlidir. Kur'ân-ı Kerîm'le tescil edilmiş bir muhteremliği, mübarekliği var, o bakımdan önemli bir aydır. -Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz de hadîs-i şerîfinde buyuruyor ki; Mücâhid'in İbn Abbas radıyallahu anhumâ'dan rivayet ettiğine göre.

Men sâme yevmen mine'l-Muharremi fe-lehû bi-külli yevmin selâsûne yevmen.

Kısa, müjdeli bir hadîs-i şerîf, Muharrem ayı içinde oruç tutmamız teşvik ediliyor. Bu hadîs-i şerîfi İbn Abbas, Peygamberimiz'in amcası Abbas'ın oğlu Abdullah rivayet etmiş, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuş ki;

"Kim Muharrem ayı içinde bir gün oruç tutarsa tuttuğu her gün için 30 gün oruç tutmuş gibi sevap verilir."

Bir kere oruca teşvik var. Biz de kardeşlerimizi bu oruç hususunda uyarıyoruz. Muharrem ayı girmiştir, çokça oruç tutun; bir gününe 30 gün veriliyor. Bildiğimiz, tabiî, umumî kaide, yapılan bir iyiliğin karşılığının en aşağı 10 misli olmasıdır. Burada 10 mislinden fazla, 30 misli oluyor. Demek ki bir gün oruç tutsa, 30 gün tutmuş gibi sevap kazanacak. Güzel bir şey. Oruç tutmanızı tavsiye ederiz.

Ebû Hüreyre radıyallahu anh'ten diğer bir hadîs-i şerîf nakledelim, sohbetimiz Resûlullah Efendimiz'in mübarek sözleriyle şereflensin, ziynetlensin diye:

Efdalü's-sıyâmi ba'de ramadâni şehrullâhillezî ted'ûnehu'l-Muharrem

Mâna-i münîfi, mübarek mânası şöyle:

"Ramazan ayından sonra tutulan oruçların en şereflisi, en faziletlisi Muharrem ayında tutulan oruçtur."

Bu hadîs-i şerîfin devamı da var:

"Farz namazlardan sonra en faziletli namaz da geceleyin kılınan namazdır."

Teheccüd namazıdır.

Size, sevap kazanmanızı istediğim için, hem Muharrem'de oruç tutmanızı hem de geceleyin teheccüd namazına kalkmanızı tavsiye ederim.

"Geceleyin kılınan iki rekât namaz, dünyadan ve dünyanın içindeki her şeyden daha hayırlıdır." diye hadîs-i şerîfler de var. Bu hususu takviye ediyor. Bunu da hatırınızda tutun ve bunları yapmaya çalışın.

Diğer bir hadîs-i şerîfi daha okumak istiyorum, İbn Abbas radıyallahu anhumâ'dan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in bir teşviki daha var ama bu teşviki geçtiğimiz cumada yapsaydım uygulayabilirdiniz, şimdi biraz kaçmış oluyor, bir dahaki seneye hatırınızda olsun, benim de hatırımda olsun inşaallah. Peygamber Efendimiz buyurmuş ki;

Men sâme âhire yevmin min zilhicceti ve evvele yevmin mine'l-Muharremi fe-kad hateme's-senete'l-mâdıyete bi-savmin ve'stefteha's-senete'l-müstakbilete bi-savmin ve ce'alellâhu azze ve celle lehû keffârete hamsîne seneh .

"Bir insan geçmiş senenin son günü olan Zilhicce'nin sonuncu gününü oruçlu geçirirse."

Bizim bu senemizde uygulamamız nasıl olacaktı?

Eğer çarşamba ve perşembe günü oruç tutulsaydı, Zilhicce'nin son günü ve Muharrem'in birinci günü oruç tutulmuş olacaktı:

"Böyle yapan bir kimse geçen, giden seneyi oruçla kapatmış olur ve gelen yeni seneyi oruçla başlatmış olur. Allah böyle davranışını onun için 50 yıllık günahına kefaret vesilesi eyler." diye Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz müjdeliyor.

Bu senenin sonundaki takvime münasip bir yere yazalım, aklımıza yazalım, not alalım, kaydedelim; bir dahaki senenin sonunda, bir dahaki sene hac mevsimi gelip bittikten sonra, hicrî yılbaşından önceki Zilhicce'nin son gününü ve hicrî yılbaşı gününü, birinci gününü oruçla geçirmeye şimdiden niyet edelim.

Niyet etmek çok güzel bir şeydir. İnsan niyet ettiği şeyi herhangi bir mâni çıkar da yapamazsa bile, hastalansa yapamazsa bile Allah o sevabı verir. Onun için ben şahsen, kendim niyet ediyorum, Allah ömür verirse bu senenin sonuna erişirsek, 1418 hicrî yılının sonuna haccetmeye niyet ediyorum. Haccettikten sonra da Zilhicce'nin son günü oruç tutmaya şimdiden niyet ediyorum; gelecek 1419 yılının birinci gününde oruç tutmaya niyet ediyorum.

"Hocam böyle ileriye dönük niyetler niye?" derseniz, bu hadisten dolayı. Çünkü bunu geçtiğimiz cuma size hatırlatmam lazımdı, hatırlatamadım, bu hadîs-i şerîf şimdi gözümün önüne geldi. Hiç olmazsa önümüzdeki seneye niyet edelim, erişsek de erişmesek de -Allah sıhhatli, afiyetli, nice nice kutlu ve mutlu yıllara eriştirsin- şimdiden niyet edelim, o sevabı alalım.

"Ramazan ayının dışında tutulan, farz olmayan, faziletli, sevaplı -ki bunun dindeki tabiri nafile oruç- oruçların en üstünü Muharrem ayında tutulan oruçtur." diye bunu da sizlere hatırlatmış oldum, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'den nakletmiş oldum.

Aşure günü de çok önemli, mübarek günlerden birisidir.

Âşûrâ günü de Muharrem ayının mühim olaylarının cereyan etmiş olduğu bir günüdür. Onun da oruçla geçirilmesi lazım!

Âşûrâ gününü ya ondan bir önceki günle bağlayarak, oruçla geçirmek iyi olur. Ya da bir sonraki günle beraber, peş peşe tutmak lazım!

Niye böyle oluyor?

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz öyle tavsiye buyurmuş. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in zamanında Medine'de yahudiler de var idiler, Arabistan'ın bazı yerlerinde kabileler hâlinde bulunuyorlardı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Medîne-i Münevvere'ye hicret buyurduğu zaman onların Âşûrâ gününde oruç tuttuğunu görünce sebebini sordu:

"Niye siz böyle oruç tutuyorsunuz?" dedi. Dediler ki:

"Musa aleyhisselam Firavun'un zulmünden Âşûrâ gününde kurtuldu." Peygamber Efendimiz;

"Musa aleyhisselam bize sizden daha yakındır, o hâlde biz de tutarız." dedi.

Burada çok önemli bir ifade var, yahudiler Musa aleyhisselam'ın çizgisinden ayrıldıkları için;

"Biz Musa aleyhisselam'a daha samimiyiz, daha yakınız; o bize sevgili, biz ona sevgiliyiz." diyor.

O bakımdan Peygamber Efendimiz onun Firavun'dan kurtulma gününde o orucu tutmayı tavsiye buyurdu, kendisi de tuttu.

Zaten Kureyş kabilesi de Mekke'de iken, Peygamber Efendimiz'in ilk doğduğu çevrede de Âşûrâ günü orucu tutulurdu. İbrahim aleyhisselam'dan beri bir töre ve an'ane olarak geliyor, zaten tutarlardı. Yalnız burada Peygamber Efendimiz yahudilere benzemek gibi bir durumu istemedi çünkü başka zaman da buyuruyor ki;

"Yahudilere, hıristiyanlara benzemeyin, karışıklık olmasın çünkü onlar doğru çizgiden çıktılar, onlara benzemek uygun olmaz."

Hâlifu'l-yehûde ve'n-nasârâ. "Yahudiler ve nasranilere muhalif, aykırı, onlar gibi olmayan bir şekilde davranın!" diyor.

Bizim kendi İslâmî benliğimizi, örfümüzü, töremizi ortaya koymamız ve her hareketimizi ona göre müslümanca, Resûlullah'ın tavsiye buyurduğu tarzda, sünnetine uygun şekilde tanzim etmemiz gerekiyor. Onlara benzememenin şekli tahakkuk etsin diye ya Âşûrâ gününden bir gün evvel başlayıp Muharrem'in dokuzu ve onunu tutarsınız; ya da yahudilere benzemeden Efendimiz'in tavsiye ettiği şekilde Âşûrâ orucunu ihyâ mümkün olur.

Peygamber Efendimiz, Ramazan orucu farz kılınıncaya kadar Âşûrâ orucunu çok önemli olarak tavsiye buyururdu. Âyet-i kerîme ile Ramazan orucu emredilince Efendimiz ondan sonraki sevaplı oruçları ihtiyarî hâle getirdi;

"İsterseniz tutarsınız; tutmazsanız da bir şey gerekmez çünkü artık Ramazan orucu, farz oruç var." diye buyurdu.

Muharrem'inizi oruçlarla, ibadetlerle değerlendirmeye gayret edin!

Bir de takviminizin sonuna not alacaksınız; inşaallah bir dahaki hicrî senenin başlangıcında, Zilhicce'nin son günüyle, Muharrem'in birinci gününü de oruçlu geçirmeye çalışacağız. Çünkü 50 senelik hatalara, günahlara kefaret olacağını hadîs-i şerîfte okumuştuk.

Size böylece sevaplı olan şeyleri hatırlatmış oldum. Sevap kazanmanıza vesile olacak, Efendimiz'in tavsiye etmiş olduğu ibadetleri hatırlatmış oldum.

Cumanız ve yeni yılınız mutlu, mübarek olsun. Feyizlerle, kazançlarla, başarılarla, tatlılıklarla, mutluluklarla dolu olsun. Allahu Teâlâ hazretleri dünyanın ve âhiretin her türlü hayırlarını sizlere, bizlere ve bütün Ümmet-i Muhammed kardeşlerimize ihsan eylesin.

Arada içimden bir açıklama hissi geliyor, hep müslümanlara istiyoruz da başkalarına bir şey yok mu?

Biz bütün insanların iyiliğini istiyoruz, bütün insanları Hz. Âdem'in evlatları olarak görüyoruz. Hatta bütün mahlukâtın iyiliğini istiyoruz, karıncayı bile ezmek istemeyiz. Her şeyi, çevreyi korumak isteriz.

Kâfirler, müslüman olmayan insanlar için bizim bakış tarzımız, düşüncemiz nedir?

Allah hidayet versin, yanlışlıktan korusun. Boş şeylere batıl şeylere ibadet etmekten, Allah'ın sevmediği, gazap ettiği yanlış inançlara takılı kalmaktan veyahut günahlarla, şeytana uyarak, nefse uyarak ömür sürmekten büyük zararlar olacaktır, kâfir ebediyyen cehennemde yanacaktır, günahkâr da cezasını çekecektir.

Onun için bütün insanlara temennimiz: Allah hidayet versin, şaşıranları doğru yola sevk etsin. İslâm'ın güzelliğini anlayıp Allah'ın rızasına uygun, Allah'ın sevdiği, razı olduğu din olan İslâm'ı anlamış, kavramış ve inanmış olarak, Allah'ın sevdiği mü'min kul olarak yaşamayı, güzel işler yapmayı; insanlık için, dünya ve âhiret hayatı için faydalı işler yapmayı Allah cümlemize nasip eylesin. Cümlemize hayırlı, uzun ömürler ihsan etsin. Nice nice mutlu, mübarek, kutlu yıllara Allahu Teâlâ hazretleri sizleri, sevdiklerinizle, dostlarınızla, ailelerinizle beraber eriştirsin!

es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!

 

Prof. Dr. M. Es'ad Coşan

09.05.1997 - İstanbul

 

 

Kaynak: http://mecmerkezi.org

26 Safer 1440 Pazar

Arama

Miladi'den Hicri'ye

Hicri'den Miladi'ye