Geçtiğimiz perşembe günü, Muharremin 1’iydi, yani Hicri 1426 yılının ilk günü. Koskoca bindörtyüzyirmialtı yıl. Tarihteki birçok olayın apaçık olduğunu düşünmeye meyyaliz. Bir savaş (Çaldıran) ve yanında bir tarih (1514). Tarih budur bizde. Oysa tarih orada bitmez, tam da orada başlar. Hicri takvimin hikâyesi de biraz buna benzer. Resulullah Efendimizin (as) Mekke’den Medine’ye hicret ettiği tarihte Hicri takvimin kullanıma girdiğini zannederiz. Oysa takvim meselesi hep karışıktır ve bu köşenin alamet-i farikası olan ayrıntıya inmeden anlaşılamaz. Bu çapraşık yolda yanımıza güvenilir bir rehber olarak Cevdet Paşayı almama hayır demezsiniz sanırım.
Cevdet Paşaya göre Kamerî (ay) takvimin başlangıcı Hz. İbrahim ve Hz. İsmail zamanlarına kadar çıkar. O devirden itibaren Araplar hilalin ilk görüldüğü günü aybaşı kabul etmiş ve 12 kamerî aydan oluşan takvimi kullanmışlardır. Bu takvimde yıl Muharremle başlayıp Zilhicceyle biten 12 aydan oluşuyordu ve bu aylardan 4ü haram aylardı: Muharrem, Receb, Zilkade ve Zilhicce. Bu aylarda savaşmak ve kan akıtmak haramdı. Ancak bu takvimde tabiatın ritminden kopuş tehlikesi baş gösterecekti ister istemez. Orucun her yıl öne gelmesi diye bildiğimiz hadise bundandır. Bu yaklaşık 355 günlük takvimde her yıl 10 küsur gün, güneşin ritmine ayarlı olan mevsimlerden sapar. Araplar bu artık günler biriktiğinde bazı yılların sonuna bir ay daha ekleyip 12 aylık takvimi 13 aya çıkararak işin içinden sıyrılmayı denemişler. Bu artık aya da ayrı bir isim vermeyip Muharrem, Safer gibi diğer ayların isimleriyle anmışlar. Bu uygulamaya kebise denildiğini biliyoruz.
Kebisenin yanında ikinci bir kurnazlık daha düşünmüş Cahiliye Arapları. 4 tane olan haram ayları, şartlar gerektirdikçe değiştirir, mesela bir yıl Receb yerine Şabanı haram aylar listesine katar, ertesi yıl gene eskiden olduğu gibi Recebe döndürürlermiş. Haram aylar üzerindeki bu keyfi operasyona da nesî adı verilirmiş. Kebise uygulamasının Müslümanlar Mekke’yi fethettikten sonra da devam ettiği açık. Zira Hz. Ebubekir’in Hac ettiği 9. hicri yılda Hac mevsimi Zilkadeye denk geliyordu ve o yıl, kebise idi, yani 12. aydan sonra yeni bir ay olarak Zilkade tekrarlanmıştı.
Her iki uygulamanın Kuranda yasaklandığını görüyoruz (Tevbe suresi 36 ve 37. ayetler). İlginç bir tevafuk eseri olarak Veda Haccını yaptığı yıl, Hac ayı yeniden Zilhicceye dönmüştü. Bu, aynı zamanda takvimin yeniden aslî şekline dönmesi demekti. Nitekim Veda Hutbesinde bana uzun zaman anlaşılmaz gelen bir ifadenin, ancak Kebisenin nasıl bir şey olduğunu öğrenince yerine oturduğunu söylemeliyim. Hatırlayalım mı beraberce: Zaman şimdi Cenab-ı Hakkın gökleri ve yeri yarattığı gündeki hal ve heyetine döndü. Veda Haccıyla birlikte yüzyıllar boyu tahrif edilen ve eklenen aylar sebebiyle karmakarışık hale gelmiş olan ay takvimi aslî kimliğine kavuşturulmuş oluyor, Kebise ve Nesî kesin olarak yasaklanıyordu.
Ancak buradan Hicrî takvime gitmek için atılması gereken birkaç adım daha vardı. Bu adımların içerisinde yıllara isim takmayı hatırlatmasak olmaz. Mesela Hz. Peygambere hicret izninin çıktığı yıla İzin Yılı, Cihad emrinin verildiği yıla Emir Yılı denilmişti. Veda Haccının ifa edildiği yıla da Veda Yılı adı verildiğini biliyoruz. Böylece bir olay, o yılın sayısı değil, o yılki meşhur bir olayın ismi zikredilerek hatırlanıyor, resmi işlemler de buna göre yapılıyordu. Ancak Efendimizin vefatından sonra böyle mühim bir olay cereyan etmeyince, ümmetin kendisi gibi yıllar da sahipsiz ve isimsiz kalmıştı. İsimsiz kalmışsa ne olmuş? diyebilirsiniz tabii ama belgelerde sorunların çıkmaya başladığını tahmin etmek zor olmasa gerek. Mesela Hz. Ömer’in halifeliği zamanında (bu arada Hicretin üzerinden 17 yıl geçmiştir sessiz sedasız) Yemen Valisi Ebu Musa el-Eşarî ile aralarındaki mektuplaşma sırasında bir mektubun üzerinde tarih olarak yalnızca Şaban yazıldığı için yılını tespitte ihtilaf çıkmış ve artık bir takvim yapılması gerektiğine karar verilmiştir.
İyi ama bu takvim hangi yıldan başlamalıdır? Efendimizin doğum günü tam olarak tespit edilememiş olduğundan takvimin başlangıcı olarak alınamamıştır. Bir başkası, onun vefat tarihini kabul etmeyi teklif etmişse de hazin ve kederli bir gün olduğu için ondan da vazgeçilmiştir. Sonunda, İslam’ın yayılması ve yükselmesinin ilk büyük adımı olduğu için Hicret, başlangıç tarihi olarak alınmıştır Hicrî takvime. Yine de işin bu kısmının nispeten kolay halledildiğini söyleyebiliriz. Asıl zorluk, hiç tahmin edilmeyen bir noktadan, Hicret tarihinin Arap yılının başlangıç ayı olan Muharreme (bizim Ocak’ı hatırlayın) endekslenme gayretinden çıkmıştır. Çünkü Hicret hadisesi, Rebiülevvel ayının 12sinde sonuçlanmıştır (Kubaya varış) ve Muharrem ayının 1i ile arasında tam 2 ay, 12 gün fark vardır. Bu durumda o yıl esas alınmak şartıyla takvimde 2,5 ay kadar geriye gidilmiş ve Hicri takvim o yılın Muharreminin 1inden itibaren başlatılmıştır. Şaşırtıcı da olsa, Hicrî takvimimizin Hicretten önceki bir tarihten başladığını itiraf etmemiz gerekiyor.
Toparlayalım artık: 1) Hicret 12 Rebiülevvelde (Miladi 24 Eylül 622de) gerçekleşmiştir ama bu tarih, Hicrî takvimin başlangıcı değildir. 2) Bu durumda 1 Muharrem Hicretin vuku bulduğu tarih olmayıp Arap takviminin başlangıç günüdür. 3) Hicretin takvim başlangıcı olarak kabul edilmesi, tam 17 yıl sonra, yani Hz. Ömer’in Hilafeti dönemine denk gelir.
Hicri yeni yılınızı tebrik ediyorum ama bu günün Hicretin yıldönümü olmadığını unutmamak şartıyla. Ona daha 2 ay, 9 günümüz var zira.
Mustafa Armağan
Kaynak: Bu makale, 6 Mayıs 2006 tarihinde Zaman gazetesinde yayınlanmıştır.
Resim: Claudia Gschwend